O akşam on sekizine girmenin mutluluğu içerisindeydi… Artık çocuk değildi… Erkek adam olmuştu… Adam olmuş… Çünkü adam olmak güzeldi... Artık kendi taşının altına kendi elleri konulacaktı…
“Seni bir ömür seveceğim “ dedi genç kız telefonda… Çocuk yüzündeki gülümsemesiyle kapattı telefonu… Yüzündeki aptal gülümsemesiyle geziniyordu… Çocuk ailesiyle tatildeydi o ağustos ayında… Çocuk çantasını sırtına taktı babasına ben çıkıyorum kayalıklara ineceğim dedi…
Babası oğlunun yüzündeki gülümsemeden mutlu oldu… Çocuk çıktığında babası eşine dönüp “bizim oğlan âşık âşık geziyor dedi”…
Çocuk ilk tekel bayisine girdi… En ucuzundan iki şişe şarap aldı çantasına attı. Yalı kavak bu gece çok soğuk olacak ama ben onunla, onun varlığıyla ısıtacağım kendimi dedi…
Kayalıklarda kimse yoktu ondan başka… Çantasındaki şarabı çıkardı… Artık iyice eskimiş olan walkman ini çıkarıp rast gele bir kaset koydu içine… Müzik derin derin işledi damarlarına… Şarap içini burktukça daha çok özledi kızı…
Sarılıp yatmayınca sevginin anlamı olmadığını düşündü… Onu özledi… Onla bu gece beraber olmak istedi… Küçücük bir odası olsun istedi… Bir yatak, bir o, bir lokma ekmek yeterdi… Çünkü sarılıp yatmak ilaçtı onun için…
Aynı türküyü dinledi durdu bütün gece… Sanki kazık gibi çakılı kalmıştı türkü bedenine… Dalgalar vurdukça sahile… Sanki gönlüne yüreğine bir kırbaç iniyor gibi hissetti… Kızı bir kat daha özledi… Bin kat daha…
Gecenin en uykulu anında o hala ayakta hala aynı türküde hala aynı kayalıkta oturuyordu… Ama Yüreğine koca bir hançer saplandı. Acıyla kalbini tuttu çocuk… Kızın ismi çıktı ağzından istemsizce… Özledim dedi… Özledim seninle olmayı… Bir küçük odamız olsun dedi… Varsın kumu olmasın… Varsın kireç tutmasın dedi… Yeter ki sen ol dedi…
Güneşin ilk ışıkları kendini göstermeye başladığı anlarda telefonu çaldı çocuğun… Arayan hemen Kocaeli'ne gemlisini istedi… Arayan sevdiği kızın en yakın arkadaşıydı… Sesi korku doluydu… Evdekilere nasıl söyleyecekti bilmiyordu; hemen eve geri dönmesi gerektiğini… Ama söylemeliydi… Zaten sevdiği kızda açmıyordu telefonu saatlerdir…
Kapıyı çaldığında annesi çoktan hazırlamıştı bavulları… Eve dönüyoruz dedi… Ağlamaklı bir sesle… Babası arabayı bile hazırlamıştı... Hüzünlü bir mutluluk kapladı içini çocuğunun… Neden dedi çocuk şuursuzca... Gitmeliyiz dedi babası sesini yükselterek…
Yolda kimse konuşmadı… Çocuğun göğsü ağrıyordu hala… Sevdiği kızı erken görecekti ama neden açmıyordu telefonu diye düşündü… Bir gözyaşı aktı gözünden umarsızca… Ve tüm gece uyumadan içmenin sarhoşluğuyla arabada sızdı kaldı…
Rüyasında sevdiği kızı gördü… Bir Yeşilçam filmi gibi mutlu mesut görüntüler geldi gözünün önüne… Sonra birden kız kaydı avuçlarından… Yerin altına doğru… Kan ter içinde uyandı çocuk… Evlerine gelmişlerdi nerdeyse… Ama evleri gibi değildi hiçbir yer… Bambaşka bir şehre uyanmıştı çocuk…
Eve geldiklerinde evleri artık küçük bir moloz yığınıydı…Babasını ilk o gün ağlarken görmüştü…Yutkundu çocuk ben dedi…Babası sözü bitirmeden “git” dedi…Çocuk bildiği tüm duaları okudu kızın yanına eve giderken…deli gibi koşuyordu çocuk…Ölüm kokuyordu sokaklar…Taş toprak beton kokuyordu…Çocuk koştu…Toz alçı kireç koktu sonra…ama en çok kan ve ölüm koktu yolda çocuğun burnuna…
Durmak istemedi çocuk durursa gidemezdi…bakmadı sağına soluna…Bakarsa gidemezdi…Göz yaşlarıyla yıkanıyordu sokakların kanları…
Sonra çocuk durdu…
Baktı…
Ağladı…
Ağladı…
Sevdiği kızın olduğu ev artık koca bir moloz yığınıydı…Odası kireç tutmuyordu…Sesi yoktu kızın…belki dedi…Belki dedi…hala ordadır dedi…Gitti molozları delirircesine fırlatmaya başladı…
İsmini tüm körfez duyacak şekilde bağırdı…
bağırdı…
Duymadı kız onu….
Uzun bir zaman sonra bir el uzandı omzuna…kafasını kaldırdı…Babası kalk dedi…
Elini uzattı kaldırdı…Çocuk babasına sarıldı ağladı ağladı ağladı…Babası ona göz yaşlarıyla eşlik etti…
Gözyaşları kanları, tozu, toprağı her şeyi temizledi… Ama çocuk o yıkıntıdan, yıkıntılı hayatında kurtulamadı…
Değil taşın altına elini koymak, koca bir dünyanın altına ezilmişti çocuk…